1. Haberler
  2. Özel
  3. İşte en anlamlı Mevlana sözleri ve şiirleri

İşte en anlamlı Mevlana sözleri ve şiirleri

featured

66 yaşında Konya’da 17 Aralık’ta hayatını kaybeden Mevlânâ’nın o kadar güzel ve anlamlı sözleri vardır ki; tüm dünya onu tanıyınca etkisinden kurtulamaz. Allah aşkıyla yanıp tutuşarak yaşamı boyunca ilim, bilim ve tasavvuf ile ilgilenen Mevlânâ’nın sözleri, derin anlamlar içerir.

MEVLANA KİMDİR?

Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi, Anadolu’nun büyük mistik, şairi ve Mevlevi Tarikatı’nın babasıdır. Doğuda Hz. Mevlana, Batıda Mevlana olarak bilinir. Celaleddin lakaplı olmasına rağmen, ailesi doğduğunda ona Muhammed adını verdi. ‘Mevlana’ ise ‘efendimiz’ anlamına geliyor.

Hayatı boyunca, ‘seçkin lider’ anlamına gelen ‘Hüdavendigar’ olarak da anılırken, uluslararası üne sahip şu anki unvanı ‘Mevlana’ çok nadiren kullanılıyordu. Daha sonraları sona ‘Rumi’ adı eklendi.

30 Eylül 1207’de Türk boylarının yaşadığı ve bugünkü Afganistan sınırları içinde kalan Belh kentine bağlı Horasan’da doğan Hz. Mevlana’nın annesi Mümine, Belh’in ‘emiri’ (egemen hükümdarı) Rükneddin’in kızıydı ve babası Bahaeddin Veled ‘Sultanu-l ulema’ yani baş alimdi. Çağdaş mistiklerinden Fahreddin-i Razi ile aralarında bir Moğol istilası olasılığı olan fikir çatışmaları, tüm ailesiyle birlikte memleketini terk etmesine neden oldu. Bağdat, Mekke, Medine, Şam, Malatya, Erzincan ve Karaman üzerinden yaptıkları göçleri 3 Mayıs 1228’de, sona erdi.

Selçuklu İmparatoru Alâeddin Keykubad’ın davetinin ardından Konya’ya geldi.

Konya Karaman’da Gevher Banu ile evlenmesinin ardından Hz. Mevlana’nın Bahaeddin (Sultan Veled) ve Alaeddin adını verdiği iki oğlu oldu. Yıllar sonra Konya’da bulunduğu esnada ve Gevher Banu’nun vefatından sonra Mevlana, iki çocuğu daha olan Kerra Hatun ile evlenir; başka bir oğlu, Muzafferreddin Emir Alim ve bir kızı Melike daha dünyaya gelir.

Mevlana çok erken yaşta babasının derslerine girmeye başladığında ilahi hakikatin ve sırların peşine düşer. Klasik Yunanca’nın yanı sıra Arapça, Türkçe, ortak Yunanca ve Farsça da öğrenir. İslam ile birlikte diğer dinleri de araştırır. Tarihten tıbba ilk eğitimini babasından sonra Seyyid Burhaneddin Tirmizi ve dönemin diğer üst düzey âlimlerinden alır. Daha sonra kendisi de Medreselerde (ilahiyat üniversitelerinde) yüzlerce öğrenciye ders verir.

Bu sırada ulaştığı nihai manevi rütbeye sahip olmayan Şems-i Tebrizi, kendi ilim bilgeliğine uymak ve arkadaşlığından zevk almak için başka bir tanıdık arayışı içindedir. Şems ve Hz. Mevlana, ilk kez Şam’da karşılaşır. Mevlana ve Şems-i Tebrizi, 1244’te Konya’da tekrar bir araya gelir. Bu iki Allah dostu iki insan, yoğun bir şekilde ilahi tartışmalara odaklanır ve birlikte göksel bilgeliğe ulaşırlar.

Zamanının çoğunu ruh eşiyle bitmeyen sohbetler, şiir resitalleri ve semazenlerde geçiren Mevlana’nın öğrencileri arasında kıskançlık olur. Kırılan ve Şam için Konya’dan kaçan Şems-i Tebrizi hakkında haksız söylentiler yayılır. Hz. Mevlana, derin üzüntüsüyle kendisini tüm arkadaşlarından soyutlayarak Divan-ı Kebir’de okuduğumuz birçok ayetini yazmaktadır.

Bu olumsuz durumun azmettiricileri pişmanlık duyarlar ve Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’in başını çektiği bir grup Şam’a gider ve Şems-i Tebrizi’yi geri getirir. Yine de kıskançlık bir kez daha ortaya çıkar ve Şems bu sefer birdenbire ortadan kaybolur. Mezarı Konya’da olduğu varsayılsa da şehri terk edip etmediği ya da öldürüldüğü hâlâ bilinmiyor.

Hz. Mevlana, yakın arkadaşının ortadan kaybolmasıyla hayatında yeni bir döneme girer. Önce vefat eden Şeyh Selahaddin-i Zerkub’u daha sonra kendi öğrencilerinden Çelebi Hüsameddin’i öğretmenlik yapması için atıyor.

Yaşadığım sürece ‘‘Kur’an-ı Kerim’in kölesiyim, seçilmiş Muhammed’in yolunun temeliyim…

Bundan başka her kim benden bir söz taşırsa, ondan şikayetçiyim ve bu sözlerden de şikayetçiyim.’’ diyen Mevlana, daima Allah’ın emirlerine uyar, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yolundan gider.

Her zaman İslam’a sonradan eklenen köktenci fikirlerden ve hatta medresenin yıkıcı cehaletinden şikayet eden Mevlana, tasavvufu çeşitli öyküler aracılığıyla anlattı Olayları yorumlarken tasavvuf ilkelerini açıklayan Mevlana, hayatının sonlarına doğru yorgun düşmüş, sağlığı da bozulmuştu. 17 Aralık 1273 yılında 66 yaşındayken hayatını kaybeden Mevlânâ’nın vefat ettiği gün olan 17 Aralık, düğün gecesi anlamına gelen ve sevgilisi olan Rabb’ine kavuşma günü olduğu için Şeb-i Arûs olarak bilinir.

MEVLANA’NIN ANLAM DOLU SÖZLERİ

Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.

İstediğin kadar inançlıyım de namaz kıl, sadaka ver. Umut verip, güven aşılayıp da yarıyolda bıraktığın insanın gönül sadakasını her iki dünyada da veremezsin.

Gördün ya beni gamdan başka kimse hatırlamıyor, gama binlerce defa aferin.

Ey zulümle bir kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun.

Korku erkektir, umut ise dişi; onlardan ölümsüz ve temiz şeyler doğar.

Kendine gel, yepyeni bir söz söyle de dünya yenilensin! Sözün öylesine bir söz olmalı ki; Dünya’nın da sınırını aşmalı. Sınır nedir, ölçü ne? Bilmemeli!

Mademki kendinde bir dert veya pişmanlık hissediyorsun; bu, Allah’ın sana olan yardımının ve sevgisinin bir delilidir.

Kusur bulmak için bakma birine, bulmak için bakarsan bulursun. Kusuru örtmeyi marifet edin! İşte o zaman kusursuz olursun.

Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır.

Çirkinlikle güzelliği görünüşle değil, akılla ayırt edin.

Ayrılık içinde insanın gözünü açıp kapayıncaya kadar geçen zaman, yıl gibi gelir.

Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.

İnsaf et, aşk güzel bir iştir! Onun bozulması, güzelliğini kaybetmesi, tabiatın kötü niyetli oluşundandır.

Gönlü ışık yakmayı, aydınlanmayı öğrenen kişiyi, güneş bile yakamaz. Gündüz gibi ışıyıp durmayı istiyorsan, geceye benzeyen benliğini yakıver.

Bizim sözlerimizin hepsi nakit, başkalarınınki nakildir. Nakil, nakdin fer’idir.

Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.

Ben kilitten seslenen bir kapı anahtarı gibiyim sanki. Sanır mısın ki benim sözüm sadece bir sözdür.

Bir insanın nasıl güldüğünden terbiyesini, Neye güldüğünden ise zekâsını ve seviyesini anla.

Nice bilginler vardır ki gerçek bilgiden, hakiki irfandan nasipsizdirler. Bu ilim sahipleri, bilgi hafızıdır, bilgi sevgilisi değil.

Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir. Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.

Ne tükenmez hazinesin ey dil! Ne devasız bir dert..

Ne diye böbürlenip büyükleniyorsun? Doğumun bir damla su, ölümün bir avuç toprak değil mi?

Bir kimseyi tanımak istiyorsan, düşüp kalktığı arkadaşlarına bak.

Başkalarına imrenme, çok kimseler var ki senin hayatına imreniyorlar.

Hırs insanı kör ve ahmak eder. Bilgisiz hale sokar da ölümü kolaylaştırır.

Bazen diyorum ki; “ne olacak söyle gitsin”.. Sonra diyorum; “Söyleyince ne olacak, sus bitsin”

İnsanları iyi tanıyın, her insanı fena bilip kötülemeyin, her insanı da iyi bilip övmeyin.

Herkes dışını süslerken, sen içini, kalbini süsle. Herkes başkasının ayıbını araştırırken, sen kendi ayıplarınla meşgul ol.

Yeşilliklerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe geçici, fakat akıldan meydana gelen gül bahçesi hep yeşil ve güzeldir.

Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap.

Yanımda kimse olmadığından değil yalnızlığım, yalnız olduğumu söyleyeceğim kimse olmadığından yalnızım ben.

Açlık, ilaçların padişahıdır. Hekimler niye perhiz verir düşünsene.

Yetmiş iki millet kendi sırrını bizden dinler. Biz, bir perde ile yüzlerce ses çıkaran bir ney gibiyiz.

MEVLANA’NIN ŞİİRLERİ

Etme

Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme.
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme.

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı?
Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun, etme.

Çalma bizi, bizden bizi, gitme o ellere doğru.
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme.

Ey ay, felek harab olmuş, altüst olmuş senin için…
Bizi öyle harab, öyle altüst ediyorsun, etme.

Ey, makamı var ve yokun üzerinde olan kişi,
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme.

Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan.
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme.

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan.
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme.

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer;
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme.

Ey, cennetin cehennemin elinde oldugu kişi,
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme.

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize,
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme.

Bizi sevindiriyorsun, huzurumuz kaçar öyle.
Huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme.

Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı.
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme.

İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil.
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme.

Demedim mi?

Oraya gitme demedim mi sana,
seni yalnız ben tanırım demedim mi?
Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi ben’im?

Bir gün kızsan bana,
alsan başını,
yüz bin yıllık yere gitsen,
dönüp kavuşacağın yer ben’im demedim mi?

Demedim mi şu görünene razı olma,
demedim mi sana yaraşır otağı kuran ben’im asıl,
onu süsleyen, bezeyen ben’im demedim mi?

Ben bir denizim demedim mi sana?
Sen bir balıksın demedim mi?
Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın,
senin duru denizin ben’im demedim mi?

Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?
Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben’im,
senin kolun kanadın ben’im demedim mi?

Demedim mi yolunu vururlar senin,
demedim mi soğuturlar seni.
Oysa senin ateşin ben’im,
sıcaklığın ben’im demedim mi?

Türlü şeyler derler sana demedim mi?
Kötü huylar edinirsin demedim mi?
Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi?
Yani beni kaybedersin demedim mi?

Söyle, bunları sana hep demedim mi?

Aşk Nedir?

*Şarabım aşk ateşidir,hele onun eliyle sunulursa öyle bir ateşe odun kesilmezsen yaşamak haram olur sana.
*Söz dalga dalga coşmada amma onu dudakla,dille değil,gönülle canla anlatman daha iyi.
*Aşk nedir,bilmiyorsan gecelere sor,şu sapsarı yüzlere,şu kupkuru dudaklara sor.
*Su nasıl yıldızı,ayı aksettirir,gösterirse bedenler de canı,aklı bildirir,gösterir.
*Can,aşktan binlerce edep öğrenmede,öylesine edepler ki mekteplerde okunup öğrenilmesine imkan yok.
*Gökyüzünde,yıldızlar arasında parlak ay nasıl görünürse aşık da yüzlerce kişi arasında öyle görünür,o göründümü herkesin parlaklığı söner.
*Akıl bütün gidilecek yolları bilse bile,gene aşk yolunu bilemez,şaşırır kalır.

Oldugun Gibi Gorun ya da Gorundugun Gibi Ol

Güneş gibi ol şefkatte,merhamette.
Gece gibi ol ayıpları örtmekte.
Akarsu gibi ol keremde,cömertlikte.
Ölü gibi ol öfkede ,asabiyette.
Toprak gibi ol tevazuda,mahviyette.
Ya olduğun gibi görün,ya göründüğün gibi ol.

Allah’ım Bu Vuslatı Hicran Etme

Allahım bu vuslatı hicran etme
Aşkın sarhoşlarını nalan etme

Sevgi bahçesini yemyeşil bırak
Bu mestlere bahçelere kasdetme

Dalı yaprağı vurma hazan gibi
Halkını başı dönmüş zelil etme

Kuşunun yuvasının ağacını
Yıkma da kuşlarını perran etme

Kumunu ve mumunu karıştırma
Düşmanları kör et de şadan etme

Hırsızlar aydınlığın düşmanıdır
Onların işlerini asan etme

İkbal kıblesi yalnız bu halkadır
Umut kabesin öyle viran etme

Bu çadır iplerini öyle katma
Çadır senindir eya sultan etme

Yok dünyada hicrandan daha acı
Ne istiyorsan et de onu etme

Ağıt

Göz gamın ne olduğunu bilseydi,
gökyüzü bu ayrılığı çekseydi,
padişah bu acıyı duysaydı;
göz gece demez gündüz demez ağlardı,
gökler yıldızlara, güneşle, ayla
gece demez gündüz demez ağlardı.
padişah bakardı ününe,
tacına, tahtına, tolgasına, kemerine,
gece demez gündüz demez ağlardı.

Gül bahçesi güzün geleceğini duysaydı,
uçan kuş avlanacağını bilseydi,
gerdek gecesi bu özlemi görseydi;
gül bahçesi hem güle hem dala ağlardı,
uçan kuş uçmaktan vazgeçer ağlardı,
gerdek gecesi öpüşmeye, sarılmaya ağlardı.

Zaloğlu bu zülmü görseydi,
ecel bu çığlığı duysaydı,
cellâdın yüreği olsaydı;
Zaloğlu savaşa, yiğitliğe ağlardı,
ecel bakardı kendine ağlardı,
cellât, yüreği taş olsa, ağlardı.

Kumru, başına geleceği duysaydı,
tabut, içine gireni bilseydi,
hayvanlarda bir parça akıl olsaydı;
kumru selviden ayrılır ağlardı,
tabut omuzda giderken ağlardı
öküzler, beygirler, kediler ağlardı.

Ölüm acılarını gördü tatlı can,
koyuldu işte böyle ağlamaya.
Olanlar oldu, gitti dostum benim.
şu dünya bir altüst olsa, ağlasa yeri var.
öylesine topraklar altında kalmışım.

Ey Balcik Dunya

Seni bildim bileli,
ey balçık dünya,
başıma nice belâlar geldi,
nice mihnet, nice dert.
Seni sırf belâdan ibaret gördüm,
seni sırf mihnetten, dertten ibaret.

İsa’nın yurdu değilsin sen,
yayıldığı yersin eşeklerin.
Nerden tanıdım seni bilmem ki,
nerden parçası oldum bu yerin,

Bana vermedin bir yudum tatlı su,
sofranı yaydın yayalı.
Elimi ayağımı bağladın gitti,
elimin ayağımın farkına varalı.

Bırak da bir ağaç gibi
yerin altından çıkarıp ellerimi
sevgilinin havasıyla sarmaşdolaş olayım,
uzayıp gideyim bâri.

Ey çiçek, dedim çiçeğe,
dedim, bu küçük yaşta sen,
neden ihtiyar oldun bu kadar,
dedim, nasıl oldu bu böyle?

Çocukluktan kurtuldum, dedi çiçek,
sabah rüzgârını tanıyalı,
hep yukarlara doğru çıkar
yukarlardan gelmiş bir ağaç dalı.

Şunu da söyledi çiçek:
Madem aslımı tanıdım,
madem yersizlik âlemi aslım,
artık bana tek bir şey düşecek:
Yücelip aslıma gitmek.

Sus yerter artık,
var git yokluğa haydi,
yoklukla yok ol.
Git, yokluklardan tanı
yokluktan var olanı.

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Kızıltepe Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!